BİR MİLLET İKİ DEVLET ANLAYIŞI VE 14 Ekim 2009!
Azerbaycan’ın İşgale son vermek için giriştiği temizlik hareketi devam ederken, ulusal ve
uluslararası basında tartışılan en önemli konu hareketten ziyade Türkiye’nin tutumudur.
Uluslararası kamuoyu ve özellikle Ermenistan Devleti bu kadar kararlı bir tutumu kuşkusuz ki
beklemiyordu. Açıkçası her ne kadar bu durum halklarımız tarafından ÖZLENEN bir durum
olsa da beklenen bir durum değildi. Neden beklenen değildir diyoruz çünkü geçmişte
yaşananlar, oluşan tutum külliyatı, uluslararası dengeler Türkiye’nin daha itidal ile olaylara
yaklaşacağı ve diplomatik bir atak yapma eğiliminde olacağı yönünde idi. Azerbaycan’ın ise
sınırlı oranda bu tecavüzlere yanıt vereceği ve halkı tatmin edecek kimi manevralarla mevcut
statükoyu koruyacağı yönünde idi.
Ama işlerin böyle olmayacağını, olası bir hareketin sınırlı değil kapsamlı olacağını konu ile
ilgilenen ve takipçisi olanlar biliyordu.
Türkiye bu koşulsuz desteği neden verdi. Bu sadece kardeşlik duygularımı, yoksa reel
politiğin gereği mi? Bunu anlamak için biraz geriye dönmek gerekiyor.
Azerbaycan- Türkiye ilişkileri kuşkusuz ki tarihi kökleri bir olan, aynı manevi değerlerden
beslenen aynı toplumsal dokunun farklı coğrafi bölgelerde yaşayan ortak parçalarına dayanır.
Tarihsel süreç bu iki parçayı hukuken ayrı düşürmüş olsa dahi maneven ayıramamıştır.
1991’den sonra tarih sahnesine yeniden çıkan Azerbaycan, bağımsızlık sevincini
yaşayamadan, önce Ruslar tarafından işgale uğramış bunu Ermenistan’ın ülkenin yüzde 25’ini
kapsayacak işgali izlemiştir. Bu işgalin niye yapıldığı, Ermenistan’ın kuruluş felsefesinde
yatmaktadır.
Türkiye 1992’de Azerbaycan’ın İMDAT çağrısına rağmen neden bugünkü desteği veremedi
veya vermedi? Tüm bunlarda o günkü Türkiye’nin koşullarında saklıdır.
Neden 14 Ekim 2009 dedik? Çünkü bu tarih Türkiye Azerbaycan ilişkilerinin kopma
noktasına geldiği önemli bir gündür. Bu tarihte meşhur Türkiye-Ermenistan Milli maç vardır.
O maçı Ermenistan Cumhurbaşkanı ile birlikte izleyen Türkiye Cumhurbaşkanı bunu “maç
diplomasisi” olarak tarihe not ederken, maça sonucu değil, Azerbaycan Bayraklarının
stadyuma alınmaması olayı damgasını vurmuştur. Ermenistan’ın bu talebi FİFA nezdinde de
kabul görmüş ve Bursa Valisi Şahabettin Harput’unda ikircikli tavrı ile Azerbaycan bayrakları
ne yazık ki stada sokulmak yerine çöp konteynerlerine atılmıştır. Şimdi dünyanın neresinde
olursa olsun Türk toplumunun bayrak konusundaki hassasiyetini de düşünürsek, bu olay
Azerbaycan Türklerini derinden yaralamış ve tarihe Bayrak krizi olarak geçmiştir.
Azerbaycan olaya reaksiyon göstererek, Bakü Türk şehitliğinin yanında bulunan Diyanet
İşleri Başkanlığı binası önünde ki Türk Bayrağını indiriyordu. Yaşanan olaylar Dünya
basınında geniş yankı bularak “bir millet iki devletin sonu” “bir millet iki devlet hayalinin
hazin sonu “gibi gazete manşetlerine yansıyordu. Bu satırların yazarı olarak olaylara tanık
olmak bizleri derinden etkiliyor ve harekete geçmemizi zorunlu kılıyordu. Hükümetler adeta
restleşmiş, ilişkiler kopma noktasına gelmişti. Bu işe Meclisin el atmasını istesek te bu
mümkün olmadı. Çünkü İktidar partisi Ermeni Açılımı diye bildiğimiz protokole bağlanan ve
Meclislerin onayına sunulan anlaşmanın gereği olarak, tutumunu koruyor Ermenistan ile
kapalı olan sınırlarımızın açılması yönünde irade gösteriyordu. Azerbaycan bir kez daha hayal
kırıklığına uğramıştı. Bu kapsamda 11 Azerbaycan Milletvekili Türkiye’ye geldi. Çeşitli
görüşmeler yaptılar. Sinan OGAN ile karşıladık ve CHP Genel Başkanı ile de görüştürdük.
Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan Protokollerin değişmeyeceğini ancak Karabağ ’sız
çözüme izin vermeyeceklerini ifade ederek konukları rahatlatıcı ifadeler kullandı. Bizlerde,
Türkiye-Azerbaycan Dostluk Dernekleri Federasyonu olarak Sayın Baykal’a ve Azerbaycan
Diaspora Bakanlığına başvurduk, CHP’den Ankara Mv.Yılmaz ATEŞ, Manisa Mv.Şahin
MENGÜ ve Emekli ABD Büyükelçi İstanbul Mv.Şükrü EELEKDAĞ ve MHP ‘den İstanbul
Mv.Atila KAYA, Hatay Mv.Turan ÇİRKİN’den oluşan milletvekilleri heyeti ile Bakü’ye
gittik. Olası krizin önüne geçmek adına çok kapsamlı görüşmeler yapıldı. Kriz bir anlamda
çözülme noktasına geldi.
Bu olayda gördük ki, Türkiye’nin Ermenistan açılımı, Azerbaycan’a rağmen rasyonel değil,
reel politiğe uygun değil.
Bunu Türkiye halkını ve Azerbaycan halkını yaralayarak yapamazsınız. Türkiye’yi, her türlü
riske rağmen enerji koridoruna çeviren bir Azerbaycan’ı, sırf batı istiyor diye demokrasi adına
Ermenistan’a ezdiremezsiniz.
Tüm bu olayların ardında FETÖ yapılanmasının olduğu gerçeği, bizi bir kez daha düşünmeye
sevk etti.
İşte tüm bu gelişmeleri yakından yaşayan ve bizzat muhatabı olan Sayın Cumhurbaşkanı bir
şeyi iyi gördü ki, Azerbaycan’a rağmen Türkiye Kafkaslarda etkin olamaz, barışı sağlayamaz.
Buna hem tarih hem de reel politik durum izin vermez.
Bu gün Türkiye olması gereken yerdedir. Yapılan son saldırılar esasen Azerbaycan toprağına
yapılsa dahi biliyoruz ki bu Türkiye’nin boğazını sıkma, etkinliğini kırmaya yönelik
girişimlerdir. Ermeni Irkçılarının 3 gayesi var. Bir hedefleri, iki hayalleri, üç ütopyaları.
Bazen bu sıralamayı karıştırarak hareket ediyorlar. Son yaptıkları saldırı da bu kargaşanın
sonucudur. Esasen Paşinyan’ın yönetime gelmesi dahi bu kargaşanın sonucudur. Çünkü
günümüz reel politiğinde ütopyalara yer yoktur.
Yaşanmış tarihi olayları bilmeden bugünü anlamak biraz zor oluyor. Türkiye bu sefer hata
yapmadı. Türkiye Cumhurbaşkanı, Türk Milleti ile aynı düşünce ile hareket etti. Onlar bizden
değildir, anlayışını bu tutumla tarihe gömdü. Sonuç ne olursa olsun, bunun tüm sorumluluğu
Cumhurbaşkanı ile aynı düşünen Milletimize aittir.
Yakın tarihi hatırlatmak istedik..