ATATÜRK VE MİLLETİMİZ
Aziz ve şanlı milletimiz 1800'lü yılların başından itibaren dünya sahnesinde etkin ve yetkinliğini yitirmek üzereydi. Devleti idare edenler bir hal çaresi bulmak için çeşitli arayışlarını sürdürüyorlardı ama pek başarılı olamıyorlardı.
Bu hal çaresi tüm Türk dünyasının tamamında vardı. Turan coğrafyasından gelen haberler hiç de iç açıcı değildi. İran da, Türkistan da Rusya da üstünlük ve egemenlik yavaş yavaş el değiştiriyordu. Bunlardan Rusya'da olup bitenler tamamlanmış, diğer yerlerde ise tamamlanmak üzere düşman saldırıları sürüyordu.
Kafkaslar ile Balkanlar çoktandır milletimizin ricatına sahne olmuştu. Geriye çekilmeler olanca şiddetiyle devam ediyordu. Ortadoğu ile Afrika'daki egemenliğimiz birer birer düşüyordu. Zor durmudaydık. Her yer elimizden kayıp gidiyordu. Dört yüz, beş yüz sene önce vatan yaptığımız bölgeler yeni sahiplerine el sallıyordu. Bir kere talih tersine dönmüş, vatanın her noktasından kötü haberler gelmeye başlamıştı. Hışım ve şiddetle üzerimize gelen emperyalistlerin önüne geçmek çok zorlaşmıştı.
Yeniliğe ve değişime ayak uyduramayan idareciler, çöküntü karşısında bir çıkış bulmakta zorlanıyordu. Bu gidiş, hayra alamet değildi. Yalnız vatan ve toprak kaybetmekle kalınmayacağını, egemenliğin ve bağımsızlığın da tehlikeye gireceğini hesap edemeyen saray ve onun tarikat ve devşirme hastalığına bulaşmış kadrosu, olayları tevekkülle seyrediyordu. Artık ok yaydan çıkmıştı. İmparatorluk giderek yıkıntıya doğru yol alıyordu. Çırpınan, didinen ve koşturan bazı padişahlar da birşey yapamıyordu. Çünkü zamanında duraklayışın, geriye gidişin ve yıkılmaya doğru hızla ilerleyişin önüne geçilecek tedbirler alınmamıştı. Yenilikçi, değişimci ve düzenleyici kadroların gayretleri hep "gavur icadı" denilip küçümsenmiş ve geri çevrilmişti.
İlim kimsenin aklına gelmemişti. Bu kavrama kimse dönüp bakmamıştı. Bakılmadığı gibi Devleti Aliyye'nin gündemine alınmak bile istenmemişti. İmparatorluğun ana omurgası Türkler 400 sene boyunca çeşitli adlar altında suçlanmış ve sarayın yanına yaklaştırılmamıştı. Dahası görüldükleri yerlerde tepelenmiş, sindirilmiş ve etkisiz hale getirilmişti. Devletin temelini teşkil eden Türkler, devşirmeler tarafından ötekileştirilmiş, örselenmiş ve saf dışı bırakılmıştı. Devşirme umera ile ülema yanlarına selefiyecilerle tarikatçıları alarak Türk'ün soyağacına dinamet koymuş ve milletimizin geleceğini elinden almıştı.
İşte Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları böyle bir ortamı yaşayarak mücadeleye başlamış ve imparatorluğun en zor döneminde komutanlık yaparak cepheden cehpeye koşmuştu. Çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu ve bozulmuşluğu gözleriyle görmüş ve ona göre strateji geliştirmişti. Özellikle Mondoros Mütarekesi ile Sevr'in dayattığı hükümlere çok içerlemişti. Devletin bel kemiğini oluşturan Türkleri biraraya getirmek ve 400 sene ihmal edilen ve dışlanan milletimizi uyandırmak istiyordu. Kurtuluşu millette arıyordu. Millet olmadan sonuca ulaşmayacağını biliyordu. Bu amaçla milletine güven ve muhabbet aşıladı. Yüz yıllara varan ihmali ve dışlanmışlığı kaldırıp bir kenara fırlattı. Onlara azim ve kararlılığın; sebat ve fedakarlığın nasıl bir şey olduğunu inandırmaya çalıştı.
Asırlardır öz devleti tarafından aşağılanan milletini etrafına topladı. Milli mücadeleyi başlattı. Millete dayanan ve milletini yücelten yeni bir devlet yapısı olan cumhuriyeti ilan ederek yeniliklerin kapısını arala
dı.Türk milletinin bünyesiyle bağdaşmayan tüm prensiplere sırtını döndü. Getirdiği inkılap ve yenilikleri Türk töresine uygun bir tarzda, Türk için, Türk'e göre ayarlamaya çalıştı.
Büyük Atamızı ölüm yıldönümünde bir kez daha minnetle, şükranla ve rahmetle anıyoruz. Muazzez ruhu şad olsun.
FAHRETTİN MASUM BUDAK


YORUMLAR